- 15-12-2014 20:01
- 244
Osmanlı İmparatorluğu, yüzyıllar boyu birçok milleti içinde barındırdı. Ümmet paydası altında yaşayan bu milletler kendi kültürlerini yaşadılar, dillerini de rahat bir şekilde konuştular. Kürt olsun, Çerkez olsun, Laz olsun, Abaza olsun… Birçok millet kendi yaşadıkları bölgede, asimile edilmeden hayatlarını idame ettiler.
Osmanlı Türkçesi, Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan tüm Milletlerin “Üst Dili” olarak kullanılıyordu. Resmi dairelerde ve devletin işleyişinde kullanılan bu dil, Arapça harfleri ile yazılan Türkçe idi. Osmanlı İmparatorluğu 1299 ile 1922 yılları arasında, 600 yıldan fazla bir süre yaşadı. Bu 600 yılın geneli de, müreffeh bir şekilde idi. Son yüzyıl içinde çalkantılar oldu. Ama son yüzyıl içinde dahi, özellikle Abdülhamit döneminde diriliş çabaları göze çarpmaktadır.
Batılı Devletlerin çabaları ve içerdeki işbirlikçilerin oyunları, Osmanlı’yı sona erdirdi. “İttihat ve Terraki” zihniyeti Abdülhamit’i Padişahlık koltuğundan ederek, batı emperyalizmine yol açmış oldu. Türkiye Cumhuriyeti, ulusçuluk zihniyeti ile kuruldu. Ulusçuluk zihniyeti ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti içindeki renkliliği ortadan kaldırarak, tek dil, tek bayrak ve üniter devlet argümanlarını getirdi.
Ayrıca yüzünü batıya çevirdi; sırtını ise doğuya döndü. Batı kültürünü, gelişmenin olmazsa olmazlarından saydı. Batı kültürü ile Modernlik ve gelişmişliğin aynı şey olduğu zannedildi. O yüzdendir ki, kıyafetlerimiz batı kıyafeti ile özdeş hale getirildi. Şapkalarını taktık, smokinlerini giydik ve nihayet alfabelerini kullanmaya başladık.
Oysaki her batı ülkesi, modern olmadığı gibi her doğu ülkesi de geri kalmış değildi. Nitekim 1945 yılında; yani ikinci dünya savaşı sonunda, harap olan ve ekonomik olarak çöken Japonya kısa süre içinde toparlanarak, gelişmişlik açısından dünyada ilk sıralara giren bir ülke oldu. Aynı şekilde Çin’de son yıllarda kalkınmada ve ihracatta, dünyada ilk sıralara yerleşti.
Her iki ülkede; yani hem Japonya hem de Çin, birer doğu ülkesi olup kendi dillerinden ve kendi kültürlerinden asla vazgeçmemişlerdir. Japonca ve Çince dünya dilleri arasında yazılması ve konuşulması açısından, en zor oldukları halde halen konuşulmakta ve yazılmaktadır.
Osmanlıca Arap alfabesi ile yazılır ama kullanılan kelimeler Türkçedir. Yüzyıllar boyu Osmanlıca eserler yazıldı. Ülkemizde birçok resmi kurum arşivlerinde, Osmanlıca eser bulunmaktadır. Osmanlıcanın öğrenilmesi ile tarihimiz öğrenilecek, aynı zamanda Osmanlıca yazılan eserlerin birikimden de faydalanılacaktır. Osmanlıcanın eğitim ve öğretim hayatına kazandırılması, birçok açıdan önemlidir.
Köklerinden koparılan bir ağaç, kurumaya nasıl mahkûm edilmişse; aynı şekilde bu millet de kendi kültüründen, kendi dilinden koparılarak kurumaya mahkûm edilmiştir. Ama Osmanlıcanın öğretilecek olması; en azından bundan sonraki nesillerin kaybedilmemesi açısından gereklidir.
Bundan sonraki adım bana göre, Arapçanın da isteyenlere öğretilecek şekilde eğitim-öğretim müfredatına konulmasıdır. İsteyen nasıl ki, İngilizce, Almanca ve Fransızcayı yabancı dil olarak öğreniyorsa, Osmanlıca ve Arapçanın da en azından bu diller kadar özgür bir şekilde öğreniliyor olması gerekir. Demokrasi ve özgürlüğü dillerinden düşürmeyenler ve “Bizi asimile ediyorlar” lafını propaganda malzemesi olarak kullananlar, biraz da başkalarına demokrat olsunlar.