- 10-03-2021 17:49
- 122
Onu düşündükçe eskilerden sevdiğim bir şarkı, Metin Kemal Kahraman’dan gelip takılır dilime:
Kaybolmuş bir kentin eskicisiydi/
Makineleşmeye karşı duyguları topluyordu/
Kaybolmuş bu kentin sokaklarında/
Torbasında umut torbasında insana dair ne varsa
Yalnız değilsin eskici/
Bir sabah güneş doğar/
Sevgiden tuğlalarla/
Yeniden kurarız bu kenti
Bu kent yorgun düşmüş bunca acıya/
Yeni bir güne başlıyor umarsızca/
Bir tek eskici düşmüş yollara/
Torbasında umut torbasında insana dair ne varsa
Yalnız değilsin eskici/
Bir sabah güneş doğar/
Sevgiden tuğlalarla/
Yeniden kurarız bu kenti…
28 Şubat arifesinde zor zamanlardı. Dersten derse koşturmak gerekirken eylemden eyleme dayak yiyor, başörtüsüne özgürlük eylemlerinde, her gün eve soruşturma yemeden ya da gözaltına alınmadan döndüğümüze şükrediyorduk.
Askerin kışladan çıktığı Malatya caddelerinde panzerlerin sıra sıra dizildiği zamanlardı. Yani zor zamanlardı.
Ve ilk onu gördüğüm sonra da tanıştırıldığım anı hatırlarım. O zaman henüz bir şeye benzemeyen İnönü Üniversitesinin Sosyal Tesislerinde, Sosyoloji Bölümünün Mezuniyet töreninde herkes eğlenip dans ederken o sırtlandığı yükü bıraksa incitecekmiş gibi iki büklüm pencere pervazına durmuş eğlenenleri izliyordu.
Saç sakal birbirine karışmış ince küçük yüzünü saklıyordu sanki. Yine sosyoloji bölümünden bir arkadaşım Ubeyd gel seni güzel bir adamla tanıştırayım dediğinde az önce gözüme ilişmiş, pervaza kuş gibi tünemiş iki büklüm duranla tanıştırmasını beklemiyordum doğrusu.
Merhaba dedi. Selamıyla saç ve sakalın altında saklı gözleri göründü. Nevzat dedi. Merhaba diye karşılık verdi Nevzat, arkadaşım beni gösterip Ubeyd dedi. Merhaba dedim.
Ogün anladım kabına sığmamak demenin ne olduğunu, o gün anladım kaba bakıp içini anlayıp tanımanın mümkün olmadığını.
Derme çatma, kerpiç evinde kendi gibi güzel insanlar güzel kitaplar ve güzel şiirlerle tanıştırdı. O bir yandan biz bir yandan tutup kalemi güzel yapraklardan güzel dergiler yaptık.
Kendi gibi lügatı da tekti kendinceydi. Öğretmendi zaten, gel dediler gravatı boynuna geçirip maaşa bağladılar. O maaş da sıktı gravat da.
Şarta şurta, kayda kuyda, kurala formüle uymadı uyamadı istifa etti. Ama o zaten öğretiyordu ve hep öğretmendi.
Cibran adıyla bir kafe açtı camına “Garibana çorbası verilir” yazdı. Verdi de. Çorbasını da verdi ekmeğini de.
Yolcu adında bir dergi çıkardılar dostlarıyla. Künyesine “Cezaevlerine ve garibanlara ücretsiz gönderilir.” Diye yazdı. Gönderdi de.
Şimdi o, cezaevinde o garibanlarla birlikte.
En son, topladığı eskileri hikayelerine kavuşturduğu dükkanında, Antik/Acı Nevzat olarak biliniyor. Nevzat Onmuş. Açtığı “def-i hacet” sergisiyle “Tuvaletin bu mu dünya” dedirten bir adamdan bahsediyorum.
Bu dünyayı bu coğrafyayı güzel kılan katlanılır kılan bir dosttan. Seni özledik Antik/Acı Nevzat.