- 03-11-2022 00:04
- 02-11-2022 19:04
- 60
Nasip kelimesini gündelik hayatta sıkça duymuşsunuzdur. “Nasibim buymuş” deriz ya da “nasip değilmiş” tesellisine sığınırız bazen. Bir teslimiyet, hakkına düşene razı gelme veya durumu kabullenme mana ve duygusu vardır bu kelimede. Çünkü nasibin, ilahi bir takdirin sonucu olduğuna inanırız.
Fark etmişsinizdir, nasip kelimesini -bazı özel durumlar söz konusu olduğunda- pek kullanmıyoruz artık. Tedavüle kaldırdık. Bu kelimeyle birlikte kader inancımız da bulanıklaşıp hayatımızdan çekilmeye yüz tuttu. Nasiple birlikte bir daha dönüp bakmamak üzere hurda gibi depoya kaldırdık onu da.
İşe alımlarda sınav ya da kura usulü esas alınırken, sınavı kazanmadığımızda ya da kurada adımız çıkmadığında “nasip” der, hakkımıza razı gelirdik. Kimseleri suçlamaz, üzüntümüzü kısa tutar ve bir sonraki iş alımını beklerdik. Şimdi olmasa bile çok gayret edip bir sonraki sınavda başarılı olabilir ya da kurada adımız çıkabilirdi. Buna inanırdık.
Fakat şimdi öyle değil.
Çok gayret edip çalışarak sınavı kazanırsın. Ya da kurada adın çıkar. Nasibindir, önüne düşer. Ama birileri çıkıp buna mani olur; “Hayır” der, “bu ekmeği başkası yiyecek.” Allah’ın uygun gördüğü, nasip ettiği değil de senin benim gibi bir beşerin keyfine göre ekmek taksimi yapılır.
Bunu gören ve duyan vatandaş ne yapıyor peki? Allah’a avuç açıp dua etmek yerine kapılarda el pençe divan duruyor.
Hatta birilerinin destek çıkmasıyla elde ettiklerinin Allah’tan geldiğini düşünüp bunun İlahi bir lütuf olarak kendilerine bahşedildiğine inananlara bile rast geldim çok defa.
***
Kimse artık nasibe inanmıyor ne yazık ki. Kapılarında bekledikleri, medet umdukları insanların gölgelerine güveniyor.
“Rızkımı veren Huda’dır, kula minnet eylemem” diyen Nesimi insanın bozulduğu şu çağa denk düşseydi ne yapardı acaba?
***
Referans adı altında birilerine yardım edenler, ellerinden tutanlar, gölgelerini siper edenler farkında olarak ya da değil, bir başkasının hakkına girer. Bir insanı kayırdığınız an, mecburen ve belki de isteyerek bir başkasının üstüne basmış olursunuz. Birini ezmeden, ezildiği yerde bir boşluk meydana getirmeden oraya bir başkasını yerleştiremezsiniz çünkü. Kaide bu.
Hak sahibi belli olunca gidip elinden ekmeğini almak ve kanaatimiz doğrultusunda nefsimizin istediği kişiye vermek zulümdür. Hak gaspıdır! İyilik gibi görünen bu tip eylem ve tercihler, hakikatte zulümdür. Söylemeye bile gerek yok doğrusu. Vicdan sahibi olan herkes bilir.
Herkes herkese bir kazık atarsa bu işler düzelmez aziz okur.
Görmüşsünüzdür, 100 Numaralı Adam filminde Şaban katıldığı televizyon programında “Yok abiler yok, hiç alkışlanacak şey değil. Babam da olsa halkı kazıklayanın alkışlanmasını istemem. Bakın, bizim mahallenin başında köşede Papağan Rüştü’nün benzin istasyonu var. Benzine su katıyor. Demin bahsettim Kasap Hayri var ya ete neler katıyor neler! Bakkal Hacı Rüstem var, hacı oldu dalavereyi bırakır dedik, ohoo şimdi her şeye bir şeyler katıyor… Diyeceğim o ki herkes herkese bir kazık atıyor. Sonra kendi canı şu kadarcık yandı mı veryansın ediyor. Basıyor yaygarayı. Hepimiz birbirimize bir kazık atarsak nasıl düzelir bu işler? Ben derim ki karşılıklı olarak saygılı olalım haklarımıza.” diyor.
Şaban’ın bu çıkışını her duyduğumuzda duygulanırdık. Haktan ve haklıdan yana tavır almamız gerektiğini fısıldardı vicdanımız bize.
Pratikte ise öyle olmuyor ne yazık ki!
Katakulliye meyyal vekul hakkı yemeğe hazır birer canavara dönüşüyoruz bu gibi durumlarda; üstelik bilinçli bir tercihle.
Kâğıt üstünde başka, sahada başka türlüyüz. Tutarsız ve güvenilmez… İnsan belki de budur.
***
“Parayı veren düdüğü çalar” anlayışı hâkim olduğu sürece bir gıdım yol gidilmeyeceğini çok iyi biliyoruz.
Peki, ne yapılabilir?
Parayı veren ya da aynı mahallede oturan değil, hak eden çalabilir düdüğü sözgelimi.