- 05-03-2015 19:55
- 126
Ankara’da TBMM’de poşulu eylemden sonra Batman İl Genel Meclisindeki benzer eylem biz Kürtlerin üstüne yapışıp kalan agal, poşu ve benzeri sözüm ona yerel semboller yeniden hortladı.
Hükümetin, saçma sapan ve özgürlüklerin aleyhine çıkardığı İç Güvenlik Yasa tasarısını tutup tahlil edecek değilim ama bu yasa paketinin yeniden poşuyu Kürt halkının boynuna, yüzüne, başına dolamaya başlaması sembolik olsa da vaziyetin küçük bir özeti gibidir.
Yıllarca, resim, fotoğraf, sinema vs sanatın her dalında Kürt halkının kullanılagelen kaba saba bakımsız görselinden yavaş yavaş kurtulmaya başladık derken yeniden, poşu ya da poşi olmadı agalle, hortlatılması kimseyi rahatsız etmiyor mu?
Her ne kadar desteklemesem de Gezi Parkı eylemlerindekinin benzeri zekice ve espirili eylem tarzları yaratmak konusunda neden az daha özgün olamıyoruz. Mesela düşünün mecliste bölge milletvekilleri poşu ile yüzünü kapatmak yerine sokak eylemlerinde, faili meçhul ya da belli cinayet kurbanlarının fotoğrafının yer aldığı mendillerle yüzlerini örtebilirlerdi. Yerinde bir ironi olurdu.
Olayın bir diğer boyutu şu ki hükümetin, 6-7 Ekim olaylarını, özgürlüklerin aleyhine yasak ve baskıların lehine bir güvenlik paketine gerekçe göstererek inatla meclisten geçirmesi sizin de aklınıza Amerika’da yaşanan 11 Eylül olaylarını getirmiyor mu? 11 Eylül sonrasında Amerikanın özgürlükleri güvenlik lehine daraltması ne anlatıyor size?
6 – 7 Ekimde sadece Batman’da yaşadıklarımız ve gözlemlerimizden hareketle, emniyetin sadece 300 metre uzağındaki HÜDAPAR binasının ateşe verilmesine neden müdahalede gecikti diye düşündünüz mü? Biri Batman’da olmak üzere tam 42 kişi öldürüldü. Bölgede on yıllar boyunca hiç yaşamadığımız ve barış süreciyle bittiğine inanıp umutlandığımız bir kaosu tüm Türkiye’nin üstünü kaplamasını, bırakın seyirci kalmak körükleyen kimlerdi. Müdahale etmeyen ya da müdahalede geciken kimlerdi.
Düşünün şimdi İç Güvenlik Yasa tasarısını çıkaranların en büyük argümanı ve gerekçesi nedir? 6 – 7 Ekim olayları değil mi?
***
Yıllarca önce keyif alarak okuduğum ve bir çok arkadaşıma da tavsiye ettiğim Amin Maalof’un Ölümcül Kimlikler adlı kitabında yaptığı vurgu ile baskı gören aidiyetler her zaman ön plana çıkar ve daha da güçlenir. Bu kitabı elbette ki sadece ben okumuş değilim. Okumuş olanlar, hele ki siyasal parti temsilcileri bilir ki, siyasal partilerinin etnik, dini, coğrafi, bölgesel ya da ideolojik hangi aidiyeti merkez alıyorsa o aidiyetin baskı görmesi partilerinin tabanını hareketlendirecek aidiyet duygularını daha güçlü bir biçimde besleyecektir.
Buradan hareketle Kobane’de yaşanan IŞİD ya da DAEŞ vahşetinin itirazı olarak başlayıp, hükümetin de sert söylem ve baskılarıyla bambaşka bir hal alan eylemler Kürt etnik temelinde mücadele veren legal ya da illegal örgüt mensuplarının aidiyet duygularını beslemiş Kürtlük bilincini daha da pekiştirmiştir.
Yukarıda ifade ettiğim iki halin, halin öznelerince ortaya konacak en kolay ve güçlü ifade biçiminin, ancak semboller üzerinden görselleştirilebileceğini biliyorsunuz. Fakat bu sembol ve simgelerin ne kadar doğru seçildiği, siyasal örgüt temsilcilerinin ne denli profesyonel ve incelikli düşündüklerinin göstergesidir.
Özetle hükümet kısmen körüklediği kısmen de göz yumduğu 6 – 7 Ekim olaylarını bahane edip özgürlüklerimizi elimizden almaya çalışıyor, Kürt halkı adına buna itiraz edenler de baskılardan beslenerek Kürt kimliğini diri ve canlı tutmaya çalışıyor.
Birinin suç maskesi olarak gösterdiğini diğeri sahiplenerek Kürt kimliğinin temsili olarak göstermeye ve yapılan baskıdan medet ummaya ve o baskıları artırmaya dönük gerekçeler oluşturmaya devam ediyor.