- 21-11-2016 21:04
- 32
Akşam yatığımızda sabah uyanacağımıza emin olarak yatarız.
Sabah da her şeyin aynı hızda aynı düzende olacağını hesap eder yapacaklarımızı ona göre planlarız.
Bugün de sıradan bir güne uyanmışızdır.
Farklılaşmamış aynı tempoda devam eden hayatımızın, kendince olan koşturmacasına kapılıp gitmek için. Bugün de bir önceki günün devamıdır. Önceki günden kaldığımız yerden devam ederiz. Belki güne hafif rüzgar eklenmiştir.
Bizim için yine de bir önceki günden çok da farklı olmayacaktır.
Güneş doğudan aynı hızda doğacak, bizi olması gereken şekilde aydınlatacak.
Görevini tamamladığında ise bir sonraki güne yeniden doğmak için batacaktır.
***
Sıradan bir güne uyandım. Güneşin aynı şekilde doğduğu bir güne. Sabah kahvaltımı yapıyorum. Kanallardan bir tanesinde sabah haberleri var.
Üçüncü sayfa haberleri ağırlıkta öyle dikkatimi bir şey çekmiyor. Ne de olsa üçüncü sayfa haberleri bizim için sıradan olmuş. Bu arada üçüncü sayfa haberleri dışında toplumun genelini ilgilendiren haberler de oluyor. Kararlar, tasarılar, önergeler geçiyor.
Bu günlerde ise cinsel istismar yasa tasarısı gündemde yerini alıyor.
Sosyal medya kullanıcıları bu tür haberlere daha fazla yer verse de görsel basın, az buçuk değiniyor.
Az buçuk bunların da haber niteliği var tabi!
Bahsetmeden olmaz.
Düzeni sağlamak, sağlıklı güzel temiz bir toplum oluşturulması adına çıkartılması planlanan yasaların yeni mağduriyetlere zemin hazırlayacağı düşünülüyor.
Bundan bahsediliyor.
Tekrar üçüncü sayfa haberlerine dönülüyor. Bir kaza haberi geçiyor…
***
Öğlen saatlerinde, dışarıda bir arkadaşı görüyorum “Şirvan’da maden ocağında dün göçük olmuş” diyor. Durum çok ciddi aileler yakınlarının çıkarılmasını bekliyor.
“Duymadım” diyorum üzülüyorum.
Kurtulacakları hissine kapılmıyorum.
Çünkü bu gibi göçüklerden ölü olarak çıkmak normal eğer yaşıyorsa bir mucize bizler için. Bir kere böyle kabul etmişiz.
Sonra kendi kendime “oysaki aileleri ne umutla bekliyorlardır” diye düşünüyorum.
Arkadaş bana “maden göçüğünü yazsana” diyor.
“Olabilir” diyorum epeydir yazmıyorum, yazmalıyım.
Şirvan’ da göçük olmuş yazılmalı diyorum.
Sonra yürüyorum düşünüyorum Şirvan’da göçük olmuş.
Bu arada Şirvan neresidir, diyorum.
Mardin’ in ilçesi miydi?
Yine yürüyorum, sonra kendi kendime “haberlerde niye görmedim göçük haberini” diyorum! Çok da takılmıyorum, benim televizyondan uzaklaştığım bir anda geçmiştir diyorum.
Yine aklıma geliyor.
Şirvan Van’ın ilçesi miydi?
Sonra kendi kendime diyorum ki bizlerin hayatı hep aynı değil miydi?
Kendince koşturmalarımız vardı. Bitmek bilmeyen alışveriş telaşı hiç bitmeyecek ihtiyaçlarımız. Gitmemiz gereken yerler bitmesi gereken işler.
Şimdi Şirvan’daki göçük bizi etkiler miydi?
Canımızı acıtır mıydı?
Birden aklıma geliyor Şirvan Siirt’in ilçesiydi.
Akşam oluyor.
Haberlerde çıkarılan cenazelerden bahsediyorlar, umutların azaldığını söylüyorlar.
Ailelerin bekleyişini gösteriyorlar.
Kendi kendime “evet” diyorum tabi ki de Şirvan’daki bakır madeninde göçük yazılır.
Onlar yüzü kara, anlı ak olan insanlardı.
Ekmeklerini taştan kazanan insanlar…
Diğer madenlerde yaşanan facianın aynısı şimdi Şirvan’da da yaşanıyordu.
Göçükte, ölümle hayat arasında kalmış insanlardı onlar ve kapıda bekleyen ailelerin bir umutla bin acıyla bekleyişleri vardı.
Göçüğün önünde zifiri karanlıktan gelecek bir nefes, onların bin umudu olacaktı.
Onların da bir hayatı vardı, onların da bir dünü vardı, anlatılsa eminim içimize dokunacağı hikâyeleri vardı.
Aklıma geliverdi, biter mi bizde bu tür ölümler?
Bildiğim soruya cevap vermek gelmedi bile içimden. Ve kalktım televizyonun karşından.
Hıı bu arada güneş yarın yine aynı doğacak.
Bizler de hayata, aynı hızda, aynı tempoda devam edeceğiz.
Ölümler mi?
Bize hissettirildiği kadar acılarını yaşayacağız.
Zaten bizim aynı tempoda yaşayacağımız hayatlarımız var.