SİYASET, İTAAT, LİYAKAT...

Siyaset, bürokrasi, sivil toplum, akademi, teoloji...
Saydığımız bu sistemler ve sayamadığımız tüm sistemlerin ayakta kalmasının ilk adımı, liyakatın sağlanmasıdır. 
İlk adım yanlış atıldıysa,(yanlış iliklenen ilk düğme gibi) geri kalanını getirmemek daha doğru olur!
Yanlışların dünyasında, doğruların aranmasının doğruluğu da sorgulanmalıdır!
Lakin biz, sorgu gününe hazırlanan günahkar kulların, doğruyu, en doğruyu, sorgulama, arama ve bulma mesuliyeti vardır. 
Bunun içinde hiçbir zaman koşulsuz itaat yoktur!
Tek koşulsuz itaat, şüphesiz doğruluk kaynağı olan Yüce Allahadır.
Maalesef, günümüz sistemlerine baktığımızda, insanlar liyakattan çok itaate önem vermekteler. Liyakat sahibi olmayan birine itaatte, felakete davettir. 
İyi de sistem kurucuları niye liyakatsız insanları el üstünde tutar ki?
İşte kritik soru bu!
Bir kişinin niyeti, taşıdığı misyonun selameti değil emanetin(koltuğun) selametiyse, liyakatı tehdit olarak görür. 
Liyakatlı kişi, koşulsuz itaat etmez, doğruyu arar, sorgular, eleştirir, konuşur, fark katar.
Fark varsa, seçim şansı doğar. Bu durum asıl elemanın hiç hoşuna gitmez. Altta, kendisinden iyilerin yetişmesini asla istemez. Kendisinin yaptıklarının eleştirilmesi, kendisini deli eder. O nasıl ki üstüne koşulsuz itaat ettiyse, alttakilerin de ona koşulsuz itaat etmesini ister. 
Bu döngü, böyle devam eder gider. 
Zincir bir şekilde kırılmadıysa, liyakat sahibi kişilerin kırılıp, yerine boş adamların geçtiğini görürsünüz. 
Peki bizde durum nedir?
Zincir baştan sona, dokunduğunuzda tınnn sesi gelenlerden mi?
Değil, durum o kadar da kötü değil. Ama çokta iyi olduğunu söyleyemeyeceğim. 
İçi boş, liyakatsız kişilerin isimlerini, buradan yazıp, onlarla yüz göz olmayacağım. Lakin birkaç özelliklerini sayınca, onları ifşa etmiş olacağım. 
1- Bu zevat, eleştiriyi hiç sevmez. Bu, kendilerine güvenmemelerinden kaynaklanmaktadır. Temeliyse, kibre yani şeytana dayanmaktadır. Ben en doğrusunu bilirim, ben en üstünüm dürtüsü ve ben sorgulanamam egosu!
Allah u Teala’nın en nefret ettiğinden!
2- Eleştiriyi sevmedikleri için hep boş adamlarla takılırlar. Boş adamlar, boş tenekelerle aynı niteliktedirler. Eğimi verip, hafif dokunduğunuzda, istediğiniz yere, tıngır mıngır...
3- Menfaatlerine dokunulduğunda çok agresifleşir, çirkinleşirler. Kendilerini taşıdıkları misyonun üstünde görürler. 
4- Hepsinin akibeti, dünyada hüsran, Ahirette hüsran...
Sahabi efendilerimiz, Peygamberimiz (SAV) bazı konularda fikir beyan ettiğinde, ona şu soruyu sorarlardı: “Bu, Allahtan gelen bir söz mü yoksa senin sözün mü”?
Yani Yaratılmışların en mükemmelinin bile görüşleri sorgulanabilmekteydi. 
Siz kimsiniz?
Siz kendinizi ne sanıyorsunuz?

Unutmayın ki Allahu Teala, en çok kibir ve kul hakkı noktasında uyarır bizi.
Liyakatsızlık kul hakkıdır. Liyakatsız olan için de onu olduran için de! 
Eleştriyi sevmemek, sindirememek ise kibirdendir. Kibir şeytandandır. 
Şeytan ateştendir. Ateş Cehennemdendir...
Sadece cehennemi hatırlatıyorum, siz şimdiden terlemeye başlayın...

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ