- 14-01-2019 15:39
- 6
Önceki yazılarımda; Siyasi İslam'ın her iki cenahinda olanların bir birini beslediğini, birinin varlığı veya başarısı diğerinin yanlış ve hatalarına bağlı olduğunu belirtmeye çalışmıştım.
İslâmî savunarak veya eleştirerek siyaset yapanların, kendi doğrularını anlatma yerine, diğerinin yanlışlarını ve bazende abartarak anlatırlar.
Buda kendi yanlışlarını görmeme, hatalarından ders çıkarmama ya sebep olmaktadır.
Osmanlı imparatorluğu; Halifesi, Şeyhülislam'i, kadısı, Medreseleri, Tekke ve Zaviyeleri var olan İslâmî esaslara göre idare edilen bir bir ülke idi.
Savaşlar ve neticesinde yıkılan bir imparatorluğun küllerinde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Neden irtica ile mücadele adı altında tüm bunları, kaldırıp, kapatıp ve yasaklayabildi?
Ezanı Türkçe okutup, Kur'an harflerini yasaklayabildi?
Camilerin bir kısmı kapatılabildi?
İslâmî değerleri olan bu makamların başındaki kişilerin, kurum ve kuruluşların kapatılmasında hiç mi katkıları yoktu?
Bazı çevrelerin dediği gibi suçlu sadece Laik kesim mi idi?
Bütün bunlara okurken %90 dan fazlası Müslüman, ordusu hükümeti ve idaresi Müslümanlardan oluşan ülkede neden güçlü biçimde karşı durmadılar?
Şimdi de madalyonun öbür yüzüne bakalım.
Laik kesimin şikâyet ettiği ve dinin siyasete alet edildiği iddiası ve neticesi oluşan siyasi tablodan onların hiç mi katkıları yoktur?
Yüz yıla yakındır iktidardalar; yeni nesil onların mahsulü değilimdir?
İlk okuldan eğitimin sonuna kadar laik eğitimin katı biçimde verilen okullarımızda (ihl dahil) okumadılar mı?
Onlara "Türküm, doğruyum..." Andımızı okutturmadınız mı?
Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacaklarına dair defalarca yemin ettirmediniz mi?
TRT ve diğer medya kuruluşları Laik’liği, cumhuriyeti, Atatürkçülüğü her an anlayamadılar mı?
Bütün bunlara rağmen şikâyet ettiğiniz bir oluşum ve siyasi bir yapılanmada sizin de katkınız olmadı mı?
Artık kısır çekişmeleri, hiç kimseye faydası olmayan suçlama siyasetini bırakmak gerekir.
Olması gereken de; doğrularımızı anlatmak, doğru olanı yapmak, karşı tarafın yanlışları ile beslenme yolunu tercih etmemektir.
Özellikle İslâmî değerleri savunan, anlatan, yaşayan insanlara şunu demek isterdim;
Her asra ve zamana ilaç olacak, mükemmel Kitabımız ve Peygamberimiz var.
Kur'an ve sünnete uygun yaşamaya çalışmak ve anlatmak lazım.
Bediüzzaman;
Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılab eder. Hem nur, hem topuz. İkisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor. (Lemalar)