- 28-01-2018 16:31
- 18
Bazen kaybettiğimiz, öyle büyük olur ki “Aman Allah’ım”, “Eyvah eyvah” diye yanarız ya ve bazen de bu sözler bile cılız kalır. “Tam bir yıkım”, “Söylenecek söz bulamıyorum” dediğimiz ve tükenişliğimizi anlatmaya çalıştığımız halimiz.
Kişi kul hakkıyla öbür dünyaya gitmişse inanın göreceği cezayı anlatmak için kelimeler kifayet etmeyecek, söz ve anlatım yetersiz kalacak belki “Keşke…” ile başlayan ve faydası olmayan pişmanlıklar, dinmeyen acısı ile cehennem azabı.
Kişi uzun süre gafletle yaşamış, ömrün sonunda tövbe etmiş, üzerinde namaz, oruç, hac, zekât gibi yerine getirmediği ve kazaya kalan nice ibadetleri olabilir, tövbe edip, kaza etme imkânı bulmadan ölmüş olabilir, Allah af edebilir, çünkü tövbe etmiştir, kazaya başlamış, ama ömrü, kifayet etmemiş.
Peki, kul hakkı böyle mi?
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Ben, Rabbimin huzuruna, üzerimde kul hakkı olmadan varmak istiyorum.” Demesi, hayır öyle değil dememize sebep olarak yeter.
Namaz, Oruç, Hac, Zekât ve nice ibadeti kabul olmuş, amel defterine kaydı yapılmış, ölmüş, sevap ve günahları teraziye konulmuş, tartısı ağır basmış, her şey normal. Hayatta iken pek önem vermediği kul hakkı, sıra o hesaba gelmiş, “keşke…” denilecek durum.
İslamiyet kemale ermiş, devlet kurulmuş, insanlar fevce fevc Müslüman olmaya başlamış, asrısaadet, devlet başkanı, başkomutan, aile reisi, 63’nu bulmuş yaşlı ve hasta halı ile âlemlere rahmet olarak gönderilen son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve selem, helalleşmek için Mescide sahabesini çağırır ve:
“Ey insanlalar! Sizden ayrılma vaktim yaklaşmıştır! Sizden birisine vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Birinizin malını almışsam, gelsin, hakkını alsın! Sakın hak sahibi, şayet kısas talebinde bulunursam, “Resulullah bana darılır” diye düşünmesin! Bilmelisiniz ki benden hakkını isteyene darılmak, benim fıtratımda yoktur. Benim yanımda en sevimliniz, hakkı varsa gelip benden onu isteyen kimsedir veyahut helal edendir. Ben Rabbime, üzerimde kul hakkı olmadan varmak istiyorum.” (İbn saad c.2 s. 255, taberi, c.3 s 191. İbn Kesir. Sire c.4 457)
Kul hakkı, bu dünyada ödenmez helâlık alınmadan ölünüp Allah huzuruna gidilirse inanın kıldığımız namaz, tutuğumuz oruç, ödediğimiz zekât, gittiğimiz hac, sünnetler, tembihatlar ve daha nice hayır ve haseneler, bizi kurtarmaya yetmeye bilir.
Önem vermediğimiz hakaret dolu sözler, gıybet, dedikodu, iftira, dalavere, masum gördüğümüz tatlı yalanlar, kısaca kul hakkı ihlalleri, mahkeme-i kübrada başımıza iş açabilir. Ummadığımız taşlar başımızı yardığı gibi, kul hakkı da cehenneme girmemize sebep olabilir. Tam cennet derken, hak sahiplerinin biri, namazımızı, diğeri orucumuzu, zekâtımızı, haccımızı, sünnet, tesbihat ve diğer hayır ve hasanelerimizi alır, elde bir şey kalmayınca işlemediğimiz halde, kul hakkı nedeniyle günahlar da bize yüklenir cenneti beklerken cehenneme giriveririz.
İşte “sözlerin kifayet etmediği”, “Keşke …” diyeceğimiz an, galiba bu andır.
İman sahibi kişi, ibadete verdiği değerden daha fazlasını, muamelata da vermelidir. Farzları eksiksiz yerine getirme çabası içinde olunduğu gibi, ondan daha fazlasını kul hakkına dikkat edilmeli, zalim olmaktan ziyade, mazlum olmayı uygun görmelidir.
Günümüz medya iletişim araçları ve imkânlarının fazlalığı ve kolaylığı ile yaptığımız paylaşım ve yazılara dikkat edilmezse, birden fazla, dolaylı olsa dahi kul hakkı ihlalleri ve sorumluluğumuz.
Seçtiğimiz, vekâlet verdiğimiz, siyasiler ve çıkardıkları yasalarla oluşacak/oluşmuş kul hakkı ihlalleri, hele birde partimiz adına etkilemiş olduğumuz insanlar, oluşan haksızlıklar.
İşimiz zor hem de çok zor.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in, kul hakkıyla ahrete gidenler için “Müflis” dediği düşünüldüğünde gerçekten zor bir durum.
Çıkar ve menfaatin en yüksek bir değer olarak karşımıza çıktığı, her yolun mubah görüldüğü, üçkâğıtçı, dalavereci, düzenbaz gibi yüz kızartıcı suçların; işi bilen, uyanık, köşeyi dönen gibi pirim ve cazibesi düşünüldüğünde ayrı bir sıkıntı söz konusu.
Selam ve dua ile