- 13-06-2014 20:35
- 110
Yeğenlerim sayesinde bir karne gününe daha tanıklık ettim. Çocukların sevincini görmeniz gerekirdi. Anne babaların ise kimisinde gurur, kimisinde moral bozukluğu, kimisinde ise asabiyet belirgin bir şekilde okunuyordu.
Fatih İlkokulunda amca sıfatıyla elime aldığım iki karnenin gururuyla yıllardır tanıdığımız ve nerdeyse ailemizin öğretmeni olmuş Halil Soyvural hocama teşekkür ederek ayrıldım okuldan. Üç yeğenime, (Asya Eda Baş, Feriha Nur Baş ve Ömer Furkan Baş) öğretmenlik etmiş ki dördüncü yeğenim de (Emine Dila Baş) bu sene Halil Hocamın o emektar ellerine ve güzel yüreğine teslim edilecek. Öğretmenlik başarısı olarak Batman’da ilk akla gelen isimlerden biri olan Halil Soyvural hocamı anmışken üstümde emeğini hiçbir zaman inkar edemeyeceğim, okumak ve yazmak ile ilişkimin temeli saydığım Arif Bulut hocamı da anmadan geçemeyeceğim.
Her ne kadar bu devlet üniversitesi bana ilköğretim öğretmeni olabilirsin diyerek bir belge vermişse de ve bir yıllık öğretmenlik deneyimim olduysa da öğretmen değilim. Onun içindir ki bu konuda söyleyeceklerimi lütfen naçizane kaygılarımdan beslenen malumatfuruşluktan fazlası saymayın.
Okullarımız ve eğitim sistemimize ilişkin konuşulacaksa ilk aklıma gelen ve ısrarla okumanız gerektiğiniz düşündüğüm Ivan Illich’in Okulsuz Toplum kitabını hatırlamamak olmaz haliyle. Ivan Illich Okulsuz Toplum kitabında, okulların, devletin statükosunu korumak için kullandığı en güçlü araçlardan biri sayar ki haklı ve yerinde bir tespittir bu. Hatta daha da ileri giderek okulların eğitim konusunda etkisiz olmakla beraber bölücü bir nitelik barındırdığını da iddia eder.
Hangi alan ya da konuda olursa olsun kurumsallaşmanın, rutine bağlanmış çabaların etki ve çabasını yitirdiğini ruhunu kaybettiğini düşünen ben için Eğitim ve Öğretimin kurumsallaştırılmasına ilişkin güçlü bir eleştiridir “Okulsuz Toplum”.
Eskiden beri derim ki bir şeyin büyüsünü bozmak istiyorsanız onu kurumsallaştırın, bir rutine bağlayın tekrarın ezberinde boğun gitsin. Bu açıdan dahi düşündüğümüz de okullarımızın ve eğitim müfredatlarımızın dinamizmini yitirmiş hantal hali toplam ya da toptan akılcı yaklaşımları sorunlara çözüm üretmekten çok, her bir sorunu bir başka sorunla örten ve gittikçe büyüyen bir sorun yumağına dönüştüren bir form barındırır.
Devlet dediğimiz mekanizma statükosunu korumak için okulları en yaygın ve güçlü araç olarak kullanırken temel kaygısı özgür düşünce sahibi bireyler yetiştirmekten ziyade yasalarla tanımladığı “vatandaş” yetiştirmektir.
En kolay biçimde yönetilebilecek “vatandaş” tanımı ise, her devletin sözüm ona seçilmiş iktidarlarınca tanımı kısmen değiştiriliyor sanılsa da öz itibariyle aynıdır. Bundandır ki eğitim müfredatlarının her iktidarla değişiyor gibi olması dinamizmi tanımlamaz. Yasaların tanımladığı “vatandaşı” yetiştirmek için eğitim müfredatlarının değişmesi, sadece kime itaat edileceğine ilişkin bir değişiklikten fazlasına götürmez bizi. Her iktidar ve beraberinde getirdiği müfredat özgür düşünceyi yontmayı ve itaati salık verir ki itaat edilecek olan adı ve rengi değişse de hep aynı iktidardır.
Devletin nazarında tektipleştirme politikaları ve bu politikanın araçları olarak okulların amacı tartışılabilir ve özgü bir gerçeklikten ya da kişilerin özelliklerini dikkate alan ve bu yönde kişiyi özgür bir birey olmak konusunda motive etmekten ziyade, yandaş, benzer, klonlanmış, aynı düşünen, aynı donanımlara sahip olan, aynı başarılar beklenen kişiler üretmekten öteye geçmez hatta farklı olanı yargılar. Devlet aklı bu benzerliğin adına eşitlik der ve başaramazsa da eğitimde fırsat eşitliği sayar.
Kimi ebeveynler bundan duydukları rahatsızlık ve çocuklarının tasavvur bilinci gelişmemiş, kollektif bilinç ve akıl içinde birey olamamış, özgür ve yaratıcı düşünceye sahip olamayan yasaların sığ tanımıyla “vatandaş” olmasından duydukları kaygıyla, çocuklarını okula göndermese de maalesef ekonomik olarak iyi bir gelecek kaygısının ağır basmasıyla, çocukları gecikmeli de olsa o köhne eğitim çarkına dahil etmekten kurtulamaz.
Tüm bunlar bir yana çocuklarının eğitim ve öğretim zaiyatı olduğunun farkında dahi olmayan birçok anne baba ise, mevcut eğitim sisteminin rakamlarla tanımladığı başarıyı yakalamak için devamlı bir yarış haliyle bindikleri arabaya koştukları atlar misali çocuklarını kamçılamaya az da olsa çocuğun saklısında bulunan özgün ruhu elleriyle yok etmeye başlar.
Ve bu düzen bir sonraki nesilde tekrarlanarak devam eder durur.
Tüm öğretmenlere ve o güzel çocuklarına iyi tatiller dilerken, anne babalara çocuklarına tatil kitabı değil tatil topacı almalarını, kendi çocukluklarının oyuncaklarıyla tanıştırmalarını tavsiye ederim.