- 14-11-2017 20:09
- 14824
Birçok ülke gezdim. Gezilerimde elbette ki araştırmalarım ve gözlemlerim oldu.
Olmadı değil.
En azından gezmiş olduğum onlarca ülkeye çay kahve içmek yahut valizler dolusu alışveriş yapmak için gitmedim, moda ve yabancı hayranları gibi.
Eğitim sistemlerine, ekonomilerine, para birimlerinin değerine ve yollarına, hastanelerine, işsizlik oranlarına, asgari ücretlerine, mimarilerine ve sosyal birçok konuda incelemeler yaptım, mutlaka notlar aldım.
Gittiğim ülkelerin yerli ve yabancı işçileriyle birebir, yüz yüze, karşılıklı soru-cevap niteliğinde sohbetler ettim.
Demem o ki tek gayem vardı;
Ülkemizle kıyaslamak.
Gezdiğim ülkelerin yerlilerinin zengin kütüphanelere sahip olduklarını ve mutlaka okuduklarını, kitap okuma alışkanlıklarının yüksek boyutlarda olduklarına şahit oldum.
Eğitim sistemlerini rayına oturttuklarını gözlemledim.
Hatta Finlandiya’da, Finli İrya isminde bir bayan öğretmenle saatlerce sohbet ettiğimizi hatırlıyorum.
Daha sonra bu hanımefendi, bana İngilizce okuyabileceğim bir kaç kitap da yolladı.
Bir şekilde o ülkelere giden ve oturma çalışma izni alabilen ve legal halde ikamet eden öncelikle Türk işçileriyle de konuştum, sohbetler ettim, çaylarını kahvelerini içtim, birlikte fotoğraflar çektik.
Adres alışverişi yaptık. Arada telefonlaşıyoruz.
Hatta Türkiye’ye izne gelenlerle İstanbul’da görüşmelerim de oldu.
En çok dikkatimi çeken şey, o ülkelerdeki siyasilerin çok uygar ve dürüst oluşlarıydı.
Gazetelerde ve TV kanallarında yaptıkları konuşmalara odaklanarak, dikkatle dinledim.
Hiç argo ve küfürlü demeçler yoktu, hodri meydan nitelikte meydan okumuyorlardı rakiplerine.
Hemen hemen yerlisi yabancısı herkes, o ülkelerin kalkınması ve refahı için adeta söz birliği yapıyormuşçasına tatlı bir yarışın içindeydi.
İstisnasız o ülkelerin kendi icat ettikleri otomobilleri vardı.
Bilim adamları nobel ödülleri almışlardı.
Ülkeleri çiçeklerle, yeşilliklerle dolu doluydu.
Terör, minimum bazdaydı ama sıfır değildi.
Sağlık sorunlarını kökten çözmüşlerdi.
Diyalogları ve konuşmaları çok nazik bir edadaydı.
Aramızda çok uçurumlar vardı, her konuda.
Onları kıskanmadım ama özendiğim ve iç çektiğim anlar oldu.
Bizden üstün değillerdi ama ilke, prensip ve hedefler bakımından açıkça belirtmeliyim ki bizi solluyorlardı.
İnsan haklarına olan düşkünlük ve saygınlıkları büyüleyiciydi. İnsan haklarına, adeta kutsalmış gibi özenle dikkat ediyorlardı.
Suç ve suç oranları, trafik kazalarında ölenlerin sayıları gittikçe azalan bir tablo oluşturuyordu.
Parkları ve piknik alanları temiz ve görsel olarak imrenilecek nitelikteydi.
Laboratuar çalışmaları, icat ve mucitlikte büyük başarı sağlamış ülkelerdi.
Yazarken belki daldan dala atlıyorum ama aklıma gelen ve belleğimde iz bırakan konuları sıralama yapmaksızın aktarıyorum.
Ben deniz o gözlemler esnasında neden bizim siyasilerimiz de böylesi hizmet ve politikalar üretmiyorlar, kavga etmek, küfürlü siyasetler uygulamak, insanları kamplaştırmak, sınıflar arası makasların açılmasına neden olmak, acaba işlerine mi geliyor diye düşünmeden edemedim.
Rüşvetler, adam kayırmalar, işe göre adam değil de adama/madama göre iş ayarlamak bizim işimizdi, çok üzülüyordum.
Siyasilerimizin kullandıkları seviyesiz dil ve küfürler, hatta mahkemelik olmaları, bağırıp çağırmaları ne de çok ilkel geliyor bana.
Zira bir basın mensubu olarak, gazeteci ve köşe yazarı refleksimle ister istemez sürekli gözlem halindeydim.
Yaptığım gözlemler beni karmaşıklıktan mükemmelliğe nasıl gidilebileceği arayışına sürüklüyor.
Sonuç olarak;
Uygar ve gelişmiş ülkelerin adalet kavramını, hukuka saygılarını, eğitime çok değer verdiklerini, ayrı gayrı olmayıp birlik ve dirlik içinde olduklarını, tüketici toplum olmaktan ziyade üretken toplum olduklarını gözlemlemiştim.
Kendi para birimimize göz atarsak, değer açısından eğitim sistemimizi irdelersek, siyasilerimizin skandal söylem ve icraatlarını analiz edersek, adalet ve hukuk bilim dalımızı teori ve pratik olarak araştırırsak, kütüphanelerimizin doluluk boş oranlarıyla hapishanede yatanların sayılarını karşılaştırırsak, ne olup olmadığımız, çok net olarak karşımıza çıkmaz mı?
Aslında tema olarak fazlasıyla zengin ve düşündüren bu konunun hakkı, bir köşe yazmakla olmaz. Ççok daha uzun uzun yazmak gerekir. Hatta inanın kitap bile yazılsa yeridir. Ama günümüz koşulları ve özel nedenlerle satır başlarıyla geçiyorum.
Aramızda olumlu olarak birçok uçurum varsa kalkınan bu uygar ülkelerle, inanın çok önemli nedenleri vardır. O nedenler giderilmedikçe bizler onların seviyelerine gelemeyiz.
Bu konuda iyimser değilim, gördüklerimden ve izlenimlerimden ötürü...